17 Ocak 2013 Perşembe

Burhan Doğançay'ın Ardından

Önemli çağdaş Türk sanatçılarından Burhan Doğançay'ın 16 Ocak günü ölüm haberini duyduğumda içimde büyük bir hüzün hissettim. Her zaman kendisi ile aramda bir yakınlık, bir bağ hissettiğim sevgili Burhan Doğançay ile çok güzel, anlamlı vesilelerle tanışmış olmak hüznümün yanı sıra şanslı olduğumu hissettirdi.

Hikayenin başına, Burhan Doğançay ile ilgili farkındalık kazandığım ilk noktaya dönecek olduğumda hafızamda 2010 yılına ait olan bölüme başvurmam gerekiyor. Müzecilik Yüksek Lisans öğrencisi olduğum dönemde bir ödev yapmam istenmişti. Neden bilmem içimden bir anda Burhan Doğançay ile ilgili bir şeyler hazırlamak geldi. Böylelikle sanatçı hakkında kapsamlı bilgi sahibi olacak ve her ne kadar kitaplardan yararlanacak olsam da sanatçıya bir yakınlık sağlayabilecektim; ancak biraz daha işi tatlandırmak istedim ve Burhan Doğançay ile tanışmayı kafama koydum. Doğançay Müzesi ile irtibata geçtim, Burhan Doğançay'ın o dönem New York'da bulunduğu ve İstanbul'a geldiğinde de programının yoğun olacağı ve bu nedenle de tanışmamın pek mümkün olmayacağı ifade edildi. Doğançay Müzesi'nden Cumali Bey eğer bir gelişme olursa beni haberdar edeceğini söyledi ve bu gerekçelerin ardından açıkçası sanatçı ile tanışmaya dair tüm umutlarım kayboldu, çalışmamı da yaptığım araştırmalarla sürdürmeye devam ettim. Bu görüşmemden 1,5 ay sonra Cumali Bey beni arayarak Burhan Bey'in İstanbul'a geldiğini ve onunla görüşebileceğimi söyledi, kendimi o an hayatımın fırsatını yakalamış gibi hissettim ve çok büyük bir heyecan, sevinç ve duruma inanmazlıkla Burhan Doğançay ile tanışmak üzere Doğançay Müzesi'ne gittim. Burhan Bey bana çok içten davrandı ve hiçbir şekilde basmakalıp cümlelere başvurmadan son derece özgün, her bir söylediğinden önemli mesajlar çıkartılabilecek harika bir konuşma yaptı, bu konuşmasında sadece sanatı ve sanatçılığına değil, tüm hayata değindi. Bu görüşme sonrasında tarihe geçen muhteşem sanatçılığının yanı sıra kişiliğinden de etkilendim.

Belli bir zaman sonra İstanbul Modern'de Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı adıyla bir Burhan Doğançay retrospektifi (Duvarlar Üzerinden Yaratılan Sanat Dili) açılacağını öğrendiğimde çok büyük mutluluk duydum, heyecanla o serginin açılışını bekledim ve kapandığı güne kadar da serginin kendisinden, sergi paralelinde yürütülen her tür etkinliğinden, söyleşisinden inanılmaz büyük keyif aldım. Burhan Doğançay'ın en büyük esin kaynağı olan kent duvarlarından aldığı ilhamla yarattığı özgün sanat dilinin pek çok insanla buluşturulması, Burhan Doğançay'ın böyle bir retrospektif sergi ile onurlandırılması mutluluk ve gurur vericiydi.

Gezen, merak eden, gözlemleyen, yorumlayan ve tüm hafızasındaki fotoğrafları müthiş bir görsellikle aktaran çok yönlü bir sanatçı oluşu, dünyadaki önemli müzelerin koleksiyonlarına girmiş harika işleri, büyük bir üretkenlikle oluşturduğu sayısız eserle yarattığı müthiş görsel dil, İstanbul'a kazandırdığı Doğançay Müzesi ve tüm bunların toplamı olan Burhan Doğançay ismiyle sanatçı, Türk sanatının çağdaşlaşmasında çok önemli bir rol oynadı. Her türlü röportajında, söyleşisinde, sohbetinde söylediği sözlerin her biri benim için bir öğreti niteliğinde.. Kişiliğine, sanatı ve sanatçılığına büyük saygı duyuyor ve bu yazıyı da onun anısına ithaf ediyorum.

20 Aralık 2012 Perşembe

KM. 441 İlkler

   Şu günlerde İstanbul Modern'de kaçırılmayacak bir sergi var, 'STFA KM. 441 İlkler'. 19 Aralık'dan 20 Ocak'a kadar devam edecek olan sergi, Türkiye'nin bayındırlık, mühendislik tarihine ışık tutarak ülkenin modernleşme sürecine başka bir pencereden bakmamızı sağlıyor.

   Konusu itibariyle ilgi çekici ve belgesel niteliğe sahip olan bu sergide Türkiye'nin mühendislik tarihini yazan iki mühendisi olarak kabul edilen Sezai Türkeş ve Feyzi Akkaya'nın 1938'de kurmuş olduğu STFA'nın inşaat alanındaki önemli gelişmelerine izleyici tanıklık ediyor. STFA'nın bir modern ve çağdaş sanat müzesinde, İstanbul Modern'de yer alması oldukça ilginç ve heyecan verici bir işbirliği olarak yorumlanabilir.

   Bir inşaat firmasının tarihsel bir bellek oluşturabilmek amacıyla kuruluşundan, ilk çalışmalarından bu yana oluşturduğu zengin arşiv, belirli başlıklar çerçevesinde izleyiciye sunuluyor. STFA'nın kurumsallaşma sürecindeki ilerleyişi, şirketin holding olarak bu günlere taşınmasındaki etkenler ve ilklere referans veren bu 7 başlık altında fotoğraflar, maketler, çizimler, inşaat ve mühendisliğe dair birtakım öğeler ve ipuçlarıyla konu hakkında kapsamlı bilgi edinilebiliyor. Sanat müzesinde, müzenin izleyicisine yabancı olabilecek bir konuda kapsamlı bir bilgilendirme olanağı sunan sergide, fotoğraf, maket, çizimler, inşaat ve mühendisliğe dair birtakım öğeler ve şantiye yaşamına dair ipuçlarıyla bir başarı öyküsü kronolojik olarak ele alınıyor aynı zamanda kurucuları Sezai Türkeş ve Feyzi Akkaya'nın örnek alınacak kişiliklerine ve yaşamlarına da değinerek STFA'nın kilometre taşları kabul edilebilecek dönüm noktaları gözler önüne seriliyor.


16 Kasım 2012 Cuma

Şehrin Sanat Ritmi

    İstanbul, her geçen gün kültür-sanat anlamında çok daha heyecan verici bir şehir olmaya başladı. Galerilerde, müzelerde açılan sergilerin hızına yetişmek mümkün değil. Aylık dergileri alıp şehirde hangi sergiler açılacak, hangi sanat etkinlikleri düzenlenecek bunları okuyup okuyup listelemek, post-itlerle ajandalara yapıştırmak güzel; ama içlerinden 1-2 tanesini bile kaçırdığımda üzülüyorum. Hepsine gitme isteği var içimde, İstanbul'un eylül ayından itibaren girdiği bu hızlı tempoda ona destek olmak gerek, her serginin hakkını vermek gerek.

    2012 Sonbahar'ına en damga vuran sanatsal olay bence, ilk kez düzenlenen İstanbul Tasarım Bienali oldu. Tasarım Bienali kapsamında 2 ayrı mekanda sergi açıldı. Bu mekanlardan biri İstanbul Modern, diğeri ise Galata Rum İlkokulu. İstanbul Modern'deki 'Musibet' adlı serginin küratörlüğünü Emre Arolat üstleniyor. 'Musibet' sergisinde kentsel dönüşüm ve beraberinde onun süreçleri ele alınıyor. Son günlerde gündemde sıklıkla rastladığımız bir konu olan o çok meşhur kentsel dönüşüm tüm politik, sosyal, toplumsal yanlarıyla ve bağlantılı olabileceği diğer pek çok küçük ya da büyük etki alanlarıyla ele alınıyor. Sergide yer alan işlerden önce ilk olarak sergi mekanının kurulumu dikkat çekiyor. Bir hapishane kurgusuyla oluşturulan sergi mekanında iç içe geçmiş hücre benzeri odalar yer alıyor ve işler bu odalarda sergileniyor. 'Musibet' sergisinde kentsel dönüşüme dair eleştiriler sunan, kent kimliğini farklı yorumlamalarla ortaya koyan işler dikkat çekici, düşündürücü, çoğu zaman tedirgin edici ve tam anlamıyla izleyiciye değişik bir sergi deneyimi sunma amaçlı. Sergi mekanı labirent gibi olan düzeniyle bile insanı cezbetmeye yeter, sergi mekanına girerken geçilen demir parmaklıklı kapı bile insanı bir anda İstanbul Modern'in geniş sergi alanından bambaşka bir boyuta taşımaya yetiyor ve gerçekten de insan sergiyi gezerken bambaşka bir mekanda, bambaşka bir hisle tamamen anlatılana, verilen mesaja odaklanmış bir şekilde zamanını geçirebiliyor.  Ne diyebilirim ki tam anlamıyla etkileyici bir sergi deneyimi sundu bana 'Musibet' ve bu, kesinlikle herkesin görüp deneyimlemesi gereken bir sergi. Galata Rum İlkokulu'nda Joseph Grima'nın küratörlüğünde gerçekleşen 'Adhokrasi' adlı sergiyi henüz gezme fırsatım olmadı, bunca zamandır merakımı nasıl kontrol altında tutabildim de kendimi oraya atmadım bilmiyorum, en kısa zamanda gidip göreceğim. İstanbul Tasarım Bienali, 12 Aralık'a kadar devam ediyor. Kaçırılmaması gereken bir etkinlik!

    Şehrin bir diğer önemli etkinliği ise 22-25 Kasım tarihlerinde gerçekleşecek olan Contemporary Istanbul. Contemporary Istanbul yeni bir oluşum öyle ki bu sene yedincisi düzenleniyor; ama Art Basel ve Frieze Art Fair gibi dünyaca ünlü fuarlar kategorisinde yer almasını herkes ister, bekler. Contemporary Istanbul, beni çok heyecanlandırıyor. Çağdaş sanatçıları bünyesinde barındıran galerilerin katıldığı ve sanatçıların işlerinin toplu halde sunulduğu bir ortam olması harika bir bilgi kaynağı; hem görerek hem o havayı soluyarak hatta sanatçıları ve galericileri de görerek bir şeyler öğrenebilmek ve kendimi konu ile ilgili zenginleştirebilmek imkanı bulabiliyorum. Bir de bu sene Contemporary Istanbul paralelinde Artistanbul, A Week of Art adı altında bir dizi sergi açılışı ve sergi etkinliği gerçekleşiyor ve hatta belli tarihlerde sanat galerilerinin yoğun olduğu bölgelere özel turlar düzenleniyor. Artistanbul, 19-25 Kasım tarihleri arasında yüksek bir tempoyla devam edecek.



8 Eylül 2012 Cumartesi

İki Galeri - İki Sergi

Sezona hızlı bir giriş yaptım, hızımı kesmeden, galeri-sergi gezilerimin ardı arkası kesilmeden devam etmek istiyorum bu sürece..

Tophane'de yer alan iki sergiyi gezme fırsatı yakaladım. İlk etapta 'Küçük Hakikatler' sergisi için Egeran Galeri'yi ziyaret ettim, Egeran Galeri, Selim Birsel, Ali Kazma, Ali Emir Tapan, Nasan Tur ve Mürüvvet Türkyılmaz'ın işlerinden oluşan bir sergiye evsahipliği yapıyor şu günlerde. Mürüvvet Türkyılmaz ve Ali Kazma'nın sergide yer alan sanatçılardan biri olduğunu öğrendiğimde hem onların işlerini görmek hem de diğer sanatçıları keşfedebilmek adına bu sergiyi mutlaka görmem gerektiğine inandım.Özellikle Ali Kazma'nın 2013 yılında gerçekleşecek 55. Venedik Bienali'nde Türkiye'yi temsil edecek sanatçı olarak seçilmesi sanatçının ortaya koyduğu işlere olan ilgiyi arttıyor. En azından kendi adıma bunu söyleyebilirim.

Sergi tanıtım metninden sergi başlığının Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü isimli romanının referansına sahip olduğunu öğreniyorum. Serginin çıkış noktası, tanıtım metninde çok güzel ifade edilmiş ve sergide yer alan işler serginin bağlamı açısından çok anlaşılır bir noktaya oturtulmuş. Anı yakalama, hafızanın cisimleştirilmesi ve zamana karşı verilen savaş olmak üzere üç ana tema üzerinden ilerleyen sergide yer alan işler, tam anlamıyla bu kavramların nesneleştirilmiş halleri olarak izleyiciye sunuluyor. Özellikle sergide üç işi bulunan Mürüvvet Türkyılmaz'ın 'Köşedeki Manzaralı Kahve' ve 'Yenidoğanın Hayata Alışması' isimli işleri görülmeye değer, Mürüvvet Türkyılmaz'ın bu iki işinde de incelenecek çok detay var, bunlardan en önemlisi de sanatçının bir bilinç akışı olarak kaleminden dökülen kelimeler ve biçimselleşen yazılar.
'Küçük Hakikatler' sergisi 6 Ekim'e kadar devam ediyor.

Egeran Galeri'yi ziyaretimin ardından Pg Art Gallery'deki 'Arınma' sergisini ziyaret ettim. Sena Başöz, Hacer Kıroğlu, Kerem Ozan Bayraktar ve Candaş Şişman'ın işlerinden oluşan sergide sanatın arındırıcı işlevine odaklanılıyor. 'Arınma' sergisinde hissettiğim tam anlamıyla bir dinginlikti. Sanatçılar işlerinde, arınma beraberinde gelen dinginliği ifade ediyordu sanki. Çalışmalar hareket, gürültü, felaket, karmaşa, kirlenmek gibi süreçlerin ardından gelen durulmayı, arınmayı ve varolan durumdan arınarak sıyrılmayı yansıtıyor. Ben  böyle yorumladım. Sergideki işler için herhangi bir tanıtım metni yer almıyordu, girişte masalarda yanyana dizilmiş üzerlerinde her bir işin görselinin yer aldığı kağıtlar gördüm ve bu kağıtların yanlarında da kalemler.. Ziyaretçiden işlerin görsellerinin yer aldığı kağıtlara çalışmalar ile ilgili bir düşünce yazısı yazması isteniyordu. Ziyaretçinin serginin küratörü gibi eser metnini yazması, bir anlık da olsa bu görevi üstlenmesi değişik bir sergi deneyimiydi. Ziyaretçilerin yazdıkları/yazacakları metinlerle serginin esas metninin oluşturulması amacıyla sunulan bu fikir oldukça hoşuma gitti.
'Arınma' sergisi 23 Eylül'e kadar devam ediyor.



29 Ağustos 2012 Çarşamba

Sonbahar Öncesi

Uzun, sıcak bir yazın ardından şu dönem tam da yazdan çıkış ve sonbaharın hızlı temposuna adım atmaya hazırlanma zamanı..

Birbirinden çeşitli sergiler, kültür sanat etkinlikleri için her bir kurum hızlıca çalışmalarını sürdürüyordur eminim, Eylül ile birlikte sergi açılışları bir bir gerçekleşmeye başlayacaktır.

Hepsi için çok heyecanlıyım, yine her zamanki gibi.. Yazı yazma konusunda ilk ilhamı bana hangi sergi ya da kültür etkinliği verirse onunla başlayacağım yazmaya. Henüz ilhamımı beklerken ve sonbaharın gelişini ordan burdan duyduğum, bir yerlerde okuduğum, rastladığım kültür sanat etkinlikleriyle karşılarken geçtiğimiz günlerde izlediğim ve oldukça beğendiğim bir film hakkında yazı yazarak hafif bir geçiş yapmak istiyorum.



İzlediğim filmin ismi, 360. Gerçekten de beni etkileyen bir film oldu. Herkes böyle midir bilmiyorum
 ama bende etkilendiğim filmlerin yarattığı hal bambaşka oluyor. Etkileniyorsam fazla bir etki yaşıyorum bünyemde, birkaç gün film üzerinde düşünüyor, gerçekten filmdeki karakterler, olaylar benim hayatımın bir kenarından köşesinden geçmiş gibi hissediyorum.

360, vizyona girişi ses getiren bir film değil, bir anda sinema afiş panosunda beliriverdi. Filmi araştırdığımdaysa 2011 yılına ait bir yapım olduğunu öğrendim, fiİlmin oyuncu kadrosunu gördüğümde kaçırılmaması gereken bir film olduğunu düşündüm.

Tüm karakterlerin birbirlerine bağlı olduğu filmleri çok seviyorum. Filmin ilerleyen akışında bunun ayrımına varmak hoşuma gidiyor. 360 tam da bu bahsettiğim duruma uyuyor, zengin bağlantılar içeren bir film karşımıza çıkıyor.



Her bir şehirde başka bir hikaye var;  bu hikaye kahramanlarının hangi şehirlerde, ne tür bağlantılarla yollarının kesişeceğini tüm film heyecanla bekledim ne zaman ki büyün bağlantılar bir bir yolunu buldu, tüm kesişmeler gerçekleşti bu sefer de heyecanla filmin sonunu merak etmeye başladım. Hiç bitmesini istemeden sonunun gelmesini istedim ve en nihayetinde değişik bir ruh haliyle tamamladım filmi.

Bazı anlarda Woody Allen filmi izler gibi hissettim kendimi, bana o tadı verdi. Bazı sahnelerin naifliği, gerçekten uzakmış gibi duran; ama aslında bir o kadar da gerçeğe yakın olan Woody Allen filmlerinin sahnelerini, konusunu, karakterlerini fazlasıyla hatırlattı. Bilmiyorum belki de film başlamadan önce gelecek filmler bölümünde fragmanını izlediğim Woody Allen'ın yeni filmi 'To Rome With Love' etkisiyle ve aklımda kalan tortularla bu hislere kapıldım. Kısacası 360 güzel, bağlayıcı, merak uyandırıcı ve keyifle izlenesi bir film ve fazlasıyla da gerçek...

Filmin künyesini paylaşmak yerine afişini paylaşmanın daha etkili olacağını düşündüm; zira tüm oyuncu kadrosu afişte yazıyor ve bu da filmle ilgili ilk izlenimi oldukça etkileyici kılıyor.

25 Haziran 2012 Pazartesi

İnsan Bedeniyle Yapılan En Etkileyici Şov

    La Fura Dels Baus'un Ardından



   Geçtiğimiz hafta 21 Haziran günü İKSV'nin dünyaca ünlü Katalan gösteri grubu La Fura Dels Baus'a verdiği sipariş üzerine tasarlanan 'İstanbul, İstanbul' gösterisinin Camialtı Tersanesi'nde gerçekleştirilen prömiyerindeydim. 1979 yılında kurulan grubun popülerliğini arttıran etken, 1992 Barcelona Olimpiyatları'nın açılış törenindeki gösterilerinin 500 milyon kişi tarafından izlenmiş olması. La Fura Dels Baus, Microsoft, Pepsi, Mercedes Benz, Volkswagen gibi pek çok marka için de sipariş üzerine gösteriler hazırlayan ve bunları sunan bir grup. Müzik, tiyatro, şiir, dijital öğeler, akrobatik hareketler gibi pek çok farklı kavramın bir bütün halinde sunulduğu La Fura Dels Baus gösterileri, ortaya müthiş bir görsellik çıkartıyor. İKSV için hazırlanan bu özel gösteri de içinde Türk kültürüne ve özellikle İstanbul'a ait pek çok sembol barındıran harika bir gösteriydi, etkisi hala sürüyor.



   Camialtı Tersanesi'nde sergilenen bu gösteride sahne aslında izleyicinin bulunduğu ve bulunabileceği her alan olarak düşünülebilir. Gösterinin bir başka güzel yanı ise bir gösterim bitmeden diğer gösteri hazırlıklarının izleyicilerinin yakınında bir noktada yapılmasıydı. Hareketler akrobatik olup, söz konusu destekleyici unsurlar da vinçler ve ipler olunca bu hazırlıkları birebir görmek bile gösterinin herhangi bir parçası kadar heyecan vericiydi. Kısacası, 'İstanbul, İstanbul' da sahne de kulis de izleyicinin hemen yakınıydı. 'İstanbul, İstanbul' gösterisi 80 kişilik gönüllü dansçı, dağcı ve oyuncudan oluşan bir ekiple ortaya konmuş bir şov olması açısından da oldukça ilginç bir yana sahip.



  
 Ateşin kullanıldığı şov esnasında bir at modelinin üzerinde bulunan iki dansçı ile havaya yükselmesi, ilk etapta ürkütücü gelen 9 metrelik bir Kibele heykelinin yöresel müziklerle birlikte, vinçlerle ve iplerle bir kukla gibi oynatılarak dans ettirilmesi ve finalde 60 kişiyle oluşturulan bir insan kulesi tam anlamıyla büyüleyiciydi.Tüm bu şovları destekleyen etkileyici müzikler ve Orhan Veli'nin 'İstanbul'u Dinliyorum' şiirinin Tilbe Saran tarafından okunması anlatması oldukça güç büyülü bir atmosfere zemin hazırlamıştı.

    'İstanbul, İstanbul' tam anlamıyla İKSV'ye, kurumun 40. yılına yakışır harika bir gösteri oldu. Bu gösteriyi izleyebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. Çok önemli bir kültür kurumu olan, yaptıklarıyla ses getiren, yenilikçi, her geçen gün gelişen ve büyüyen, varlığından büyük memnuniyet ve mutluluk duyduğum İKSV'nin ilerleyen yıllarla birlikte sunacağı kültür-sanat etkinliklerini büyük bir heyecanla bekliyorum.

11 Haziran 2012 Pazartesi

For the Love of Damien Hirst!


   Geçtğimiz hafta Londra’daydım, ‘Etkisinden Çıkamadığım&Çıkamayacağım Sergiler Listesi’ yapsam birinci sıraya oturtacağım bir sergi deneyimi yaşadım. Tate Modern’de Nisan ayında açılan ve Eylül’e kadar devam edecek olan Damien Hirst sergisi, çok beğendiğim, düzenlediği sergileri yakından takip ettiğim bir kurum olan Tate ile sanat yapıtlarını hayranlıkla takip ettiğim Damien Hirst’ü bir araya getirmesi açısından benim için oldukça anlamıydı. Seyahatimi böyle bir serginin devam ettiği bir sürece denk getirebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum.


   Modern zamanların en tanınan sanatçılarından olan Damien Hirst, aynı zamanda İngiltere’nin yaşayan en varlıklı sanatçısı. Sanat yapıtlarına ve mali varlığına bakıldığında oldukça hakkı verilen bir sanatçı olduğu bir gerçek. Damien Hirst’ün sanat kariyerindeki en önemli nokta, 1980’lerde dönemin en büyük reklam ajanslarından Saatchi&Saatchi’nin kurucusu olarak büyük üne sahip olan; ancak günümüzde reklamcılığından çok sanat koleksiyonerliği, sanatçılara verdiği destek  ve Saatchi Gallery adıyla kurduğu galerisiyle tanınan Charles Saatchi ile  1990’larda yollarının kesişmesi, Charles Saatchi’nin ‘Young British Artists’ sanatçı grubununun sponsorluğunu üstlenmesi ve bu sanatçı grubunun içinde de Damien Hirst’ün bulunması olmuştur. Her ne kadar 2003 yılında bu iş ilişkisi sona ermiş de olsa Damien Hirst’ün bu derece tanınması, bu büyük sponsorluk bağlantısıyla doğru orantılı gözüküyor.


   Damien Hirst, çok büyük bir sanatçı. Yapıtları, sadece sanat boyutuyla incelenemeyecek kadar geniş kapsamlara sahip ve pek çok disipline hizmet eder bir şekilde sanatçı bu yapıtlarını oluşturuyor. Hayatın ana temaları ışığında yapıtlarını üreten sanatçı, hemen hemen her yapıtında ölüm-yaşam ilişkisine, bu iki kavramın sınırlarına yer veriyor. Damien Hirst’e göre hayattaki en önemli dört kavram;  din, aşk, sanat ve bilim. Damien Hirst’ün bakış açısı, doğru bir bakış açısı, tüm hayat da bundan ibaret zaten. Bu dört ana kavram, birbirleriyle ilişkili ya da birbirlerinden bağımsız şekillerde hayatı yönlendiriyor. Damien Hirst’ün yapıtlarında hayata dair temaların sanat yapıtına dönüştürülmüş sunum şekilleri oldukça ilgi çekici. Damien Hirst,  çok farklı tekniklere başvurarak kimi zaman tedirgin edici, ürkütücü ama her zaman hayranlık uyandırıcı işler ortaya çıkartıyor.
   1991’de ilk solo sergisinde izleyiciye sunduğu ‘In and Out of Love’ eserini görme fırsatı yakaladım. Bu eser kapsamında iki oda bulunuyor. Birincisinde renkli boyanmış tuallerin üzerinde kelebekler tual yüzeyine eklenmiş şekilde bulunuyor, diğer odada ise kelebeklere uygun oluşturulmuş ortamda havada kelebekler uçuyor, etrafta çiçekler bulunuyor . Aynı zamanda beyaz tuallerin bulunduğu bu odada kelebekler kimi zaman bu tuallere de konabiliyor. Kelebek, naifliği ifade eden bir canlı ve ömrünün kısalığından ötürü özellikle ölüm-yaşam kavramlarına çok açık referanslar taşıyor. Bu yapıt, 1991’den bu yana sadık kalınan sergileme biçiminden ötürü beni oldukça etkiledi.

  
Aynı zamanda sanatçının 2007 yılında 18. yüzyıldan kalma bir kafatasını 15 milyon Pound değerinde 8,600 değerli taşla süslediği 'For The Love of God' isimli heykel çalışması da bu sergide yer alıyordu. Siyah, küp şeklinde kapkaranlık, sadece pırlantaların pırıltısının aydınlattığı bir odada tek başına sergilenen bu eser, tam anlamıyla muazzam bir görsellik sunuyordu. 

  
  Bu serginin ardından Damien Hirst'e ve yaşamın sıradanlıklarını, inanılmaz teknik ve havada uçuşan müthiş fikirlerle yapıta dönüştüren o inanılmaz yaratılıcılığına daha da hayran kaldım.