Herkesin heyecanla vizyona girmesini beklediği popüler, ses getiren filmler vardır, bunlar hakkında herkesle aynı anda yorumlar yapmak bana göre son derece keyifli; ancak bu tip filmlerin yanısıra bir de zamanında bir şekilde farketmediğim bir sebepten dolayı es geçtiğim filmlere rastlamak ve onları izlemek o filmlere bir hazine gözüyle bakmamı sağlıyor. Neden bilmiyorum ama önemli bir keşifte bulunmuşum gibi bir his yaratıyor bende.
Dün akşam izlediğim 2010 yapımı 'All Good Things' tam da bu keşif
heyecanımı destekler nitelikte. 'All Good Things', New York'un en meşhur
kayıp vakalarından birinin filme uyarlanmış hali. Filmde karşımıza, son
zamanlarda 'Crazy Stupid Love', 'Drive', 'The Ides of March'
filmleriyle sık sık ismini duyduğumuz; ancak kalplerimizi fethetme
eylemini çok tipik bir aşk hikayesini anlatan 'The Notebook' ile
gerçekleştiren Ryan Gosling ve 'Melancholia' filmiyle 2011'e damgasını
vurmuş, zamanın Marie Antoinette'i Kirsten Dunst çıkıyor. Her iki
oyuncunun da oynadığı daha pek çok önemli film var tabikide; ama bu iki
ismi aklıma getirir getirmez, ilk düşündüğüm filmler bunlar oluyor.
1970'lerde New York gayrimenkul piyasasını elinde bulunduran oldukça
güçlü bir baba figürü, babasının gücünü-otoritesini bir şekilde göz ardı
eden, ilk bakışta belli olmasa da aslında ciddi problemleri olan ve
babası tarafından işlerin başına geçmesi konusunda zorlanan David Marks
(Ryan Gosling) ve onun aşık olup evlendiği Katie'nin (Kirsten Dunst) tam
anlamıyla rüya gibi başlayan hayatlarının zaman içerisinde sürüklendiği
gerilimin ve obsesif aşkın anlatıldığı harika bir gerçek hikaye
uyarlaması. Çok iddialı olacak belki; ama insanın kanını donduracak bir
kurgu ve olaylar silsilesi filmi etkileyici yapan en önemli etken.
'All Good Things' bir yerlerde rastlanması ve alınıp izlenmesi gereken bir film..